BLOG

Gürhan AKDOĞAN

gurhanakdogan@gmail.com

Köy Enstitüleri'nin kuruluşu ve aydınlanma devrimi

Anadolu'da aydınlanmanın temel taşı olan köy enstitülerinin kuruluş yasasının kabul edilişinin 81.yılını kutlarken, aydınlanma devrimini eğitmen okullarıyla oluşturan Mustafa Kemal Atatürk'ü, sonrasında Köy Enstitüleri'nin kuruluşunu gerçekleştiren Hasan Ali Yücel'i ve İsmail Hakkı Tonguç'u saygıyla anıyorum. 1923'lerde halkın %80 'inin köylerde yaşadığı, okur yazar oranının erkeklerde %7 kadınlarda binde 4 toplam nüfustaki oranı ise %5-8 civarında olduğu yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nde Köy Enstitüleri çok önemli bir aydınlanma projesidir. Köy Enstitüleri bir eğitim kurumu olarak değerlendirilirken genel olarak ise Türk devriminin en önemli hamlelerinden biriydi. Türk köylüsü savaş yorgunudur feodal düzenin ve toprak ağalarının elinde yoksul bir durumdaydı. Yıllardır vergi veren, askerlik yapan, ezilen Osmanlı döneminde ihmal edilen, dışlanan Anadolu halkına fırsat eşitliği yaratan bir kalkınma projesidir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk'ün "Köylü milletin efendisidir," sözünden hareketle o dönemlerde köylerde tarım, hayvancılık ve yaşamsal faaliyetlerin geliştirilmesi, köylünün eğitiminin sağlanması, bilinçlendirilmesi, çerçevesinde eğitim sistemi arayışları ve eğitimde birlik çalışmaları başlatılmıştı. Ayrıca kırsalda 1930'lu yıllarda köylüyü kalkındıracak projeler oluşturulmuştu. Kırsalda yaşayan halk ile kentliler arasındaki dengeyi sağlamak onları birbirine yaklaştırmak çağdaş normlarda yaşamaya yönlendirmek üzere de 1936 yılında Saffet Arıkan'ın döneminde Köy Eğitmeni projesinin yaşama geçirildiğini görüyoruz. İsmail Hakkı Tonguç yönetiminde başlanan bu projenin başarılı olması üzerine 1937 ve 1939 yıllarında çıkarılan yasalarla köy eğitmeni yetiştirme deneyimi yaygınlaştırılır. Bu deneyimlerden hareketle Köy Enstitülerinin de önü açılmış oluyordu Mustafa Kemal Atatürk'ün ilke ve devrimlerini yerleştirmek, onların toplumda kök salmasını sağlamak ve halkı bilinçlendirerek aydınlatmak ve çağdaş bir toplum yaratmak üzere Enstitüler, geniş bir işlev üstlenmiştir.

Bu aydınlanma projesi ile kapanışına kadarki dönemde yaklaşık 16.000 kadın ve erkek öğretmen ile 7500 sağlık memuru ve 8756 eğitmen toplumda yerini almıştır.

KÖY ENSTİTÜLERİ VE AYDIN SORUMLULUĞU

Köy Enstitüleri'nin kurucusu İsmail Hakkı Tonguç'un Bedri Rahmi Eyüboğlu'na yazdığı bir seyahatinden değerlendirmelerini içeren mektup aslında Köy Enstitüleri'nin amacını net bir şekilde ortaya koyması bakımından çok anlamlıdır ve bugünümüzü de yansıtmaktadır. Günümüz Aydın vurdum duymazlığına da yanıt niteliğindedir: Mektup ta Tonguç Eyüpoğlu'na "Geçen yaz aylarında Batı Avrupa'da bir gezi yaptım. Oralarda köy kültürünün nasıl geliştirilip genel kültüre mal edildiğini yakından gördüm. Edindiğim kanaat şu oldu: Bugünkü duruma gelebilmek için aydınlarla sanatçılar çok emek harcamışlar. İnançları uğruna savaşlar vermişler. Bizde bu tip insanların sayısı pek az. Aydınlarımızın çoğu, geçilmesi rahat yolları kollayıp oralara sapıveriyorlar. Dikenleri temizlemek onlara zor geliyor. Batılı aydın zorluklarla çarpışa çarpışa yaşamaktan zevk duyan diri kişi seviyesine ulaşabilmiş. Köy Enstitüleri işte bu tip insanı yaratmak amacı güdüyordu. Yok edilmeye çalışılan değer işte budur. Uyuşuk, vurdumduymaz, cansız, kansız yaratıklar yetiştiren kurumlara kimse ses çıkarmıyor. Batılılarla aynı hizaya gelebilmek için sırtımıza ortaçağın taktığı kamburları atmamız gerekiyor." diyor. Emperyalizmin uzun yıllardır ülkemizi bölmeye, ulus devleti yok etmeye, Atatürk ilke ve devrimlerini yok etmeye yönelik tüm saldırılarına karşın hâlâ ulusal bilinçle direnmesinin kökeninde Köy Enstitülülerinin yaktığı aydınlanma ateşinin ve ulusal bilincin çok önemli bir payı bulunmaktadır. Aydın sorumluluğuna çok değerli bir sözde karanlık güçlerce katledilen kalpaksız kuvvacı Uğur Mumcu'dan '' Bir kişiye yapılan haksızlık, bütün topluma karşı işlenmiş bir suçtur. Bu bilinci paylaşmak ve bu sorumluluğu yerleştirmek zorundayız. Uygarca paylaşılan sorumluluk bilinci, özgürlüğün de demokrasinin de tek güvencesidir. Bu güvence sağlanmadıkça, demokrasinin temeline bir tek taş bile konmuş olamaz. Unutmayalım ki, cesur bir kez, korkak bin kez ölür. Önemli olan, insanın böyle bir toplumda bir mezar taşı gibi suskunluk simgesi olmamasıdır.'